Saturday 25 July 2015

Hikâyenin ikinci kısmı


Bir gün kapı çaldı. Kapının çalışını o duymadı. Diğer kadınlardan birisi açtı kapıyı. Kapıdaki konuşmaları duyunca merdivenlerden aşağıya inecekken konuşmanın kendisi ile ilgili olduğunu farkedince durdu ve dinledi. Kapıya gelenlerin kadına kendisinin öldürülmesini istediklerini işitti. Beyninden vurulmuşa döndü. Öldürürlerse onlara para vereceklerini öğrendi. Para bu hayatta herkesin zayıf noktasıydı. Ama anlayamıyordu, niçin onu öldürmek istiyorlardı? Ölümü niçin bu kadar para ediyordu? Daha çok kulak kabarttı ve anlamaya çalıştı. Ve kendisinin bazı  güçlerinin olduğunu söylüyorlardı ve evrenin iyilik, barışın, huzurun sembolü olduğunu öğrendi. Böyle bir özelliğe sahip olmasına sevinircesine yüzünde masum bir gülümseme belirdi fakat gözlerindeki korku daha büyüktü. Onu öldüreceklerdi. Hemen hiçbir şey belli etmeden oradan kaçma planları yapmak için odasına geri gitti.

Kafasını toparlayamıyordu. Hayatı birdenbire bu kadar nasıl değişmişti? Hislerine güvendi ve odasından çıkmak için kapıyı açtı ve karşısında o kadın ! Banyoya gelmesini istiyordu. Nedenini anlamıştı onu banyoya kitleyip, orada hemen öldürecekti. Kadın ondan banyodaki aynaya kendisinin yazdığı gibi söylediklerini yazmasını istedi. Anlam veremedi ve aynaya baktı kapının eşiğinden başını eğerek. Gördüğü karşısında korku tüm zerrelerine doldu. Ama güçlü durarak, cesareti ile banyoya girdi. Aynada ÖL sözcüğü yazılıydı ve yazıdan kırmızı damlalar akıyordu. Ama ben ne ile yazıcam diye sordu sesi titreyerek. Ben nasıl yazdıysam sen de bir şekilde yazarsın diye söyledi ukala bir şekilde sırıtarak. Koştu gitti bordo rujunu aldı ve onunla yazmaya başladı. Kadının ilk söylediği şey KİMSE İLE KONUŞMA diye yazmasını söylemek oldu. Onu yazarken bir yandan da kadını kolaçan ediyordu çünkü kadının kapıyı kitleyip onu öldürmeyi planladığını farketti. Önce davranıp o onu kitlemeye karar verdi ve bir çırpıda kadını itti ve kapıdan dışarı çıkıp kitlemeye çalıştı fakat kadın izin vermedi ve ona saldırmaya başladı. Belliydi ölecekti. Ama hayatında yaşayacak daha çok şey varken şu anda ölemezdi ve ölmemek için öldürmesi lazımdı. Kadının boğazına doladı ellerini ve tüm gücünü bileklerine verdi. Kadının boğazını sıktı, sıktı, sıktı. Kadın yere serildi. Kadını banyoya kitledi. Arkasını bir döndü evde yaşayan diğer genç çocuk ona bakıyordu korkuyla. Diğer kızın kaçmış olduğunu farketti içeri geçince. Ve hemen eşyalarını topladı. Kapıya gitmedi ve arka balkondan kaçmaya karar verdi. Önce bavulunu attı aşağıya sonra kendisini. Birden yarı çıplak olduğunu farketti eve geri çıkmaya karar verdi, çıkacakken korktu ve geri indi bavuluyla koşarak kaçmaya başladı. Ayakları da çıplaktı ve koştukça, yere bastıkça ayakları yara oluyordu. İleride çöpün oraya fırlatıp atılmış giysi olduğunun bilincine vardı ve duraksadı. Büyük beden bol bir hırkaydı bu. Üstüne giydi hemen ve tekrar kaçmaya devam etti. İleride caddenin orada karşılıklı bir sürü kafenin olduğu yere çıktı. Soluklanmak için birisine oturdu kendisine su siparişi verdi. Suyunu içerken oradaki tüm insanlardan şüphe duydu. Ya o kadın ölmediyse, ya bunların birisinin kılığına büründüyse? Hemen kalktı oradan kaçarken otobüs gördü ve bindi. Artık kendi evine gitmek istiyordu. Ağlamaklı oldu, içine akıttı. Ve o anda arabanın onu tekrar o eve götürdüğünü anladı. Ama artık çok geçti çünkü arabadan nasıl inecekti ?

 

Hikâyenin birinci kısmı


Ne yapacağını bilemiyorken -bilememek değildi aslında bu, hayatını etkileyecek hatta an ve an etkileyen duygular için ne kadar basit bir kelime idi bu- karar vermesi lazımdı. Hayatına yön verecekti. Ya mutlu olacaktı ya daha da mutsuz. Bu karar hayatındaki en büyük riskti. Herkesi, her şeyi geride bırakarak farklı hayata uçar adımlarla ilerlemekti yapacağı şey..

Uçmak için özgür olmalıydı. Bunun için prangalarını çıkardı kendi başına estiği gibi- zaten en iyi yaptığı da buydu, içinden gelen sesi dinlemek-
Koşa koşa uzaklaştı yeni hayatına aktı gitti. Onun yanında olmak isteyen yanında oldu, gerisinde kalmak isteyen gerisinde kaldı. Bazıları karşısına geçti, anlamadı onu veya anlamak istemedi. Aslında onu desteklemeyenler onun yaptıklarını yapmak isteyip de cesaret edemeyen ahmaklardı. Soğuk nefesi ensende hissettiğinde bir daha böyle bir şans gelmeyecek hiç kimseye.
Durdu ve düşündü.. Yolun sonunda ne vardı, nereye götürüyordu bu hisler onu? Ama farketti ki, durup düşünecek zamanı yoktu onun. Kuş olmalıydı bir an önce.
Çıktı bulunduğu yerden, koştu yolun sonuna kadar ve mavilikleri farkedip yaklaştı oraya. Aralarındaki beyazlıklara dokundu ve kendini  serin sulara bıraktı.
Kendinden geçmiş olduğunu farketti, kendine geldiğinde sular onu sürüklemişti. Gözlerini açmaya çalıştı ama açamıyordu güneş vuruyordu yüzüne gözüne. Yüzüstü yatıyordu. Uyanıktı ama baygın gibiydi. Yerde deniz kabukları olduğunu farketti ve uzandı bir tanesine. İlgisi ona kayınca güneşin ona verdiği rahatsızlığı umursamadan kocaman açtı gözlerini. Kaykıldı ve kalkmaya çalıştı. Ama ayağınabir şeyin takıldığını anladı çünkü acısı kanıyordu hâlâ. Topallaya topallaya ağacın oraya gitti, oturdu dinlendi ağacın gölgesinde. Uyumuş. Uyandığında ne acı vardı, ne kan.
Etrafı keşfe çıktı. Şarkı mırıldanıyordu. Sonra sessiz olmaya karar verdi çünkü eğer başkaları da oradaysa önce o görmeliydi onları. Ve ileride üç katlı ev gördü. Onlarla yaşamaya başladı.
Aylar geçti..

Tuesday 13 May 2014

Yaşanmamış, çatışmalarla dolu bir 'aşk hikâyesi' anlatacağım sizlere;

Tam bitti dediği anda kavga ettiler.
"Onun hatrı için balık olduğunda, itmesi gerekti gökyüzündeki bulutları da.
Ve ertesi gün ummalıymış bir kuş olmayı."
Böyle dedi işveli rüya ona. Çünkü uykusunda dahî yok ona huzur.
Dinliyor onu geceler boyu sonsuz bir masalın anlatışı gibi, hayallerin üzerinde bir aşağı bir yukarı çıkmak gibi, sanki kirpikleri yerinden düşüyor gibi. Bazen rüyalarında şarkılar söylediğini duyuyordu.
Hiç görülmemiş şeylerden bahsettiğini sanıyor. Bu nedenle bağladı kanatlarını, güçlü ve uzun kollarını. Böylece ondan kaçamazdı, bulutların üzerinde uçamazdı. Ona daha önceleri söylediği gibi. Ama yine de her uyandığında titriyordu huzursuzlukla kadın. Buna rağmen kaçtı mı diye. Onu kollarıyla sardığı zaman, korkuyor ellerinin arasından kayacağından.
Bu acı tatlı işkenceyle yakalayıp kaybediyor onu günde yüzlerce defa. Ve onu alevlendirdiğinde sanki her şey onunla birlikte aslan çalıların arasından ona hizmet ediyor.
Bataklıkta ve yıldızlarda her yerde her şey onu dinliyor. Zehirlerle dolu yılanlar bedenini sevgiyle sararlar ve girdiklerinde ıslaklıklara, gelir balıklar ona bakmaya.
Nefret etmek istiyordu ondan, ona yaptığı işkencelerden, yine de bırakamıyordu onu ama.
Sanki çiçekler bile soluyor gibi. O kaybolduğunda.
Onsuz siz bütün olabilir misiniz bilemem ama, o acılar içindeydi. Öfke ve acıyla hemen başladı kavga alevli bir şekilde. "Mutlu olmam zaten sen kaçtığın zaman. Biliyorum o yüzden buradan uzaklara kaçacağım. Öyle olsun senden bugün ayrılacağım." Böylece ikisi de ayrıldı. Her ikisinin de kalbi kırıldı. Kadın serin sulara, erkek sıcak kayalara kaçtı. Her biri umutsuzca etrafına baktı. Normalde badem yapraklarıyla kaplı ovaları, aratmıyordu bugün bereketsiz çölleri. Fakat çok geçmeden başladı çevirmeye boynunu adam ve kadın da arkaya döndürdü bakışlarını. Göz göze gelinceye dek, ayakları kendiliğinden hareket edinceye dek, bilinçsiz bir şekilde birleşene dek, temel güçler tarafından birbirlerini tutan ve sarılan, gökten inen ateşler gibi öpücükler yağana dek.
"Affet beni." dedi adam yumuşak bir sesle. "Ben toprağın en kaba evladıyım. Sen bunu anlamazsın aydınlık bir ruh olarak, göğsümdeki hayvan bağırdığında zararlıyım. Ama kötülük yaptıysam da bedelini ödemeye hazırım; ezdiğim güllerin için, taştan yakutlar koparacağım senin için, parıltısını hiç kaybetmeyen güllerdir onlar. Tokalar ve zincirler som altından, döveceğim ateşte seni süslesin diye. Ama fazlasını da düşündüm, inşa edeceğim sana taştan bir ev, taşıyan ve destekleyen sütunlar olacak, koruyan ve saklayan duvarlar olacak ve bu sütun ve duvarların üzerinde ise, hiç solmayan yapraklar ve çiçekler olacak."
Kadın: " Beni saran kolların toka ve altınlardan daha güzel, kalbin ise hem korunak hem ev. Tüm üzüntümü atarım orada uyuyarak, ama içinde eylem yapmak için dürtülerin varsa, o zaman ateşi yak ve vur örse taşı şekillendir ve güzel inşa et, o zaman sevgim hiç soğumaz."
Böylece göğüs göğüse ve diz dize, nefes alıp verdiler iç içe. Gözlerinin ağladığı yaşlardan, üzerlerine inen aşk parlaklığından, renkli ve tertemiz doğdu başlarının üzerine gökkuşağı.



Saturday 16 November 2013

İLK NEFES

Diğer spermleri geçerek XX olarak bu evrene ilk nefesimi verdim tam 21 yıl önce :)

Her doğum günümü bana farklı yaşatan bir aileye sahibim..
Bu şans mıdır, hediye midir ne derseniz deyin ama ben buna gerçek sevgi diyorum :)
Benim değerli aile üyelerimden iki yegane ablalarım ve yegane annem..
Ben güzel değilim aslında sizlerin güzelliğini taşıyorum, aslında ben zeki değilim sizlerin zekasını taşıyorum, ben aslında gülmüyorum ben sizlerin yüzünü taşıyorum, ben aslında sevgi fışkırmıyorum ben sizlerin sevgisini taşıyorum.
Ben sizi çok seviyorum :)

Bugün yanımda olmak isteyipte olamayan birçok değerli bulduğum bireyler var. Ama ben biliyorum ki onların kalbindeyim vee onları hissedebiliyorum. Ama üzgünüm ki; özlem hissi yüreğime düştüğünde çekilmez birisi oluyorum :)

Yanımda olmak isteyipte olanlar :)))

Sizler değerinize değer kattınız bugün :) ne yaptım da bu kadar çok sevdiniz beni bilmiyorum :) sanırım tek sır; kendim olmamdı her şeyde, her konuda, her yerde, her zaman, herkes ile.. Ben buyum, istediğinizi söyleyin, düşünün diyebiliyorum :)

Sevmenin ötesinde sevilmek ne güzeldir,, sevmek güzeldir amma, sevilmek ayrıdır..

SİZİ ÇOK SEVİYORUM

Teşekkürler

:)



Friday 1 November 2013

Yaşam ve Ölüm

Kalabalığız.
Gökyüzünü duyabiliyorum adeta. Bulutlarıyla, rengiyle, bakışıyla her şeyiyle.. Ve uçak geçiyor. Çapraz duyular iş başında yine.

"Come away with me" diyor Norah'çığım.
"Amado Mio" diyor Pink Martini canlarım.
 "Mon amie la rose" diyor Françoise Hardy'im.

Sonra yağmur damlalarıyla ıslanıyor tüm beden ve her zerrede hissediyorsun adeta soğuğun ateşini.

Tavanla zeminin ortasındaki bu mantıksal geminin içinde sırlarla yaşayan akıllı varlıklar ve iyiliği öğütleyip gerisine karışmayan yaratıcı var.

Hayal ve hakikat arasında olunabilir. Lâkin, gerçek olan bir şey var; ölüm.
Sen her ertelediğin düşüncende, her ertelediğin hislerinde, her ertelediğin işlerinde daha da geç kalıyorsun aslında yaşama.
Ölüm; yaşamın erişmiş olduğu en son doruktur, kreşendo.

..Ve bu son şarkı ve edeceğin son danstır.

Hoşçakal.

Thursday 24 October 2013

Farkındalık

Merhaba :)
Bu sözcüğü severim; vurgu, jest ve mimikle çok şey anlatırım onunla.
Senin sevdiklerin nelerdir? İlk aklına gelenler sevmediklerin mi oldu yoksa? Bıraksana onları. Sevdiklerini düşünerek huzurlu olsana.

Kendini seviyor musun peki?
Senin iç sesini susturupta, kendi konuşan egon var mı?
Kendi türün haricindeki diğer canlıları da sever misin?
Yüzünde hep gülümseme var mı?
Yapmış olduğun her şey iyilik adına mı?
Günde kaç kez tanımadığın birisine 'merhaba' diyorsun?
Gururun arkasına sığınanlardan mısın?
Senden farklı olana kibirli misindir?
Dinci misin yoksa dindar mı?(inancın olmayadabilir, bu tercih meselesi)
Hobin var mı?
Gereksiz ukala tavırlar sergiler misin?
Sevdiklerine sarılıp, onları öper misin? Onlara hediye alır mısın, durup dururken ?
Günde ortalama ne kadar kahkaha atıyorsun ?
Empati yapabiliyor musun ?
Dinlemeyi bilebilir misin ?
"Anladın mı?" diye sormaktansa, "Anlatabildim mi?" demeyi tercih ediyor musun ?

Bugün ve daha sonraki zamanlarda kendin için bir şeyler yapmak ister misin? :)

Kendini sev, kendine güven.
Egoyu bırak ve gülümse.
Kendinden olmayanı da sev.
İyilik adına düşün ve yap.
Yüzünde gülümsemeyle 'Merhaba' de.
Gurur sana yük, taşıma.
Kibirli de olma.
Fesat hiç olma.
Eğer inançlıysan; dinci olma. Bu, bağnaz yobazlıktır. Dindar ol. Şükret.
Hobin yoksa; hemen hobi edin.
Her zaman her hususta, sevgi de bile haddini bil.
Sevdiklerine verdiğin değeri göster. Bazen hissedemeyebilirler.
Olabildiğince kahkaha at. Bırak deli desinler. Aslında sen özgür, onlar tutuklu.
Kendini karşındakinin yerinde de görebil.
Önce dinle. Sonra konuş.
Suçlayıcı olma. Yıkıcı değil, yapıcı ol.

Sev. Sev ama severken öldürme.
Bırak onlar nefret etsin, sen sevebildiğin için şükret.

Okuduğun için teşekkür ederim :)


Monday 21 October 2013

Ruh ve Sevgi

Ruhun nasıl bugün?
Seni sormuyorum, ruhunu soruyorum.. 
Ölümsüz olanı soruyorum.
Ruhun iyi mi? Eğer o iyiyse, sen huzurlu hissedersin.
Bu kısmı anlatabildim mi bilmiyorum fakat, onu iyi edebilmek senin elinde.
Unutma!
Kötü anlar yaşasan bile, bunu sen istedin.
Suçlama cümlesi değil bu. Suçlu yok ki. Tüm ömrünü suçluyu aramakla uğraşma. Vakit kaybı değil midir sence bu? Eğer diyorsan ki, iyi kötü bir sonuç elde edeceğim o halde durma koş, git gayenin peşinden. 

İçindeki gerçeğe dön ve bak. Sadece bakmakla da kalma. Gör. Ruhunun derinliklerindeki 'gerçek' sen ile tanış. Belki çok daha fazla seveceksin kendini. Neden olmasın? Sen kendini sevmezsen, başkası seni nasıl sevsin ki? 
Bana 'narsist' dediklerini işitiyorum zaman zaman. Doğrudur; çünkü ben kendimi o kadar çok seviyorum ki, en sevdiklerimi daha çok sevebileyim :) 
Ve hatta öyle bir sevgi patlaması yaşıyorum ki kendi içimde, ruhumda..
Hayatıma dahil ettiğim herkesle paylaşıyorum bu yumağı. Eğer ki, eksilme yaşıyorsam; vazgeçmeyi tam zamanında yapıyorum :) 
Ve ben bir kez daha sevmeyi bilen yüreğimin olduğu farkındalığıyla uçarken, onlar bunu hiçbir zaman yaşayamayacaklarını anlayacakları günü bekliyor oluyorlar :)

En sevdiklerimi ruhumla severim ben.
Hani sizler diyorsunuz ya: "Seni ölünceye kadar seveceğim." diye..
Heh işte ben sonsuzluğa erişmek adına, sevgimin ölümsüzlüğü için ruhumla seviyorum en sevdiklerimi.
Ben de diyorum ki; "Ben sizi öldükten sonra da sevebileceğim."

Wednesday 22 February 2012

Biz yoksa portakal mıyız ?!

Başlığı görünce sakın ha komik bir yazı düşünmeyiniz. Gayet ciddiyim. Konumuz ;
Büyümek..
Çocukların hep istediği şeydir buu..
Büyümek..
Biz de istemedik mi bunu ?
Ama insanların yaşı ilerledikçe geriye dönüş isteğinde artışlar görülüyor.
Bu böyledir her şeyde..
İnsan içinde bulunduğu durumdan hep şikayetçidir. Değerini elindeyken bilmediğin ve nankörlükteki usta döneminin, kaybettiğindeki pişmanlık dönemine geçişteki o gözüne giren ince çizgi.

Peki ,, büyümek ile olgunlaşmak aynı şey midir ?
Yo, hayır.
Herkes büyüyor. Bunu istesekte, istemesekte bu oluyor.

Elbette insan olgunlaştığında içindeki çocuğu öldürmeyecek. Ama  her şey, yeri ve zamanında olduğunda güzel ve anlamlı :)
Hatırlar mısınız bir çizgi film vardı : 'Peter Pan' .
O, hiç büyümek istemiyordu. Hep çocuk kalmak istiyordu. Çünkü büyümenin gerekliliklerinden korkup kaçıyordu. Aslında korkusunun üzerine gitseydi çok daha mutlu olacaktı.

Birey, içindeki çocuğu öldürmeden olgun bir portakal olabilmeli (: